24 Şubat 2009 Salı

TESADÜF



Bir kolinin içinde buldum onu. Annemin incik boncuk, kurdale, düğme, dikiş ipliği, artık kumaş, ecnebi moda dergileri, yün yumakları , örgü şişleri, yarım kalmış dantel örgüleri ve daha kimbilir daha kaç çeşit “anne ıvır zıvırı” koyduğu kolinin içerisinde öylece duruyordu. O kadar önemsiz görünen bir şeyin hayatımın geri kalanını kökünden değiştireceğini, çevre etkisi, aile vizyonu, maddi olanaklar gibi nedenler sebebiyle muhtemelen olacağım kişiden bambaşka bir insan olmama sebep olacağını , tüm hayat tercihlerimi kökünden etkileyeceğini bilsem, dokunur muydum ona acaba? Bu aslında “şimdi olduğum kişi olmaktan memnun muyum” diye sormakla aynı şey… Cevabı zamana ve zemine göre değişen bir soru bu… Her halükarda pişman değilim, başıma nelerin geleceğini bilmeden onu elime aldım, sonra onun gibi yüzlercesini… Her türdeşini elime aldığımda başka bir insan oldum, dünyayı, insanları daha iyi anladım, çoğaldım ve daha da yalnızlaştım. Zaman zaman sosyalleşme bahsinde tembelleştim, kendimle konuşur olmayı tercih ettim. Yeni bir tanesiyle her tanıştığımda iptilâsının esiri bir müptelâ gibi daha çok bağlandım. Biriktirdim onları, başucumda durmalarını, eskidikçe güzelleşen kokularını sevdim, unutmak istediğimde onlara sarıldım, günlerce hastane köşelerinde, annemin hasta yatağının yanında bir koltukta oturmuş, onun ızdıraplarından kurtulmasını beklerken elimde sabahladılar, ayrılık acısı çektiğimde başka şeyler anlatıp avuttular beni, uykusuz gecelerimde uykusuzluğumu, bu yşaıma kadar da yalnızlığımı bölüştüler benimle...Gün geldi, işsiz ve parasız kaldım… Çok işsiz, çok çok da parasız...Kötü bir gün geçti, bir tane daha, sonra bir tane daha... Sonra günler kötü olmaktan vazgeçip berabat olmaya karar verdiler. İlk Berbat günümde cebimde para yoktu, isteyebileceğim kimseler olsa da istemek denen fiili; hele ki - haketmiş olsam bile -para istemeyi hayatta becerememiş biri olarak yapabileceğim bir şey yoktu…Akşamdı,Karnım çok açtı,Bahçede bir erik ağacı vardı (Hala var.)Mevsim geçmek üzereydi, ağacın dallarında sadece çürümüş erikler kalmıştı.Bilen bilir, mevsimi geçerken kahverengine döner yeşil eriklerin renkleri…O eriklerle karnımı doyurdum…...Ertesi sabah hepsiyle vedalaşıp sattım onları…Para etmediler, hiçbir zaman ikinci elleri para etmez…Zaten para etsinler diye de alınmazlar…Madden kıymetlenmeleri için en az yüzyıl gereklidir…Sonra...Sonra zaman geçti, çok vartalar atlattım, marifet diye söylemiyorum, hepiniz atlatmışsınızdır, olanları anlatıyorum sadece...hayat olmadık numaralar çekip bir ara zemheri kışından nevbahara döndü…Orada burada sattıklarımın bazılarıyla karşılaştım…Tekrar aldım bulduklarımı, hoyrat ellerden geçmişleri de vardı, bıraktığım gibi bulduklarım da oldu...Şimdi bu yazıyı yazarken bana bakıp duruyorlar, artık binküsürlerle ifade edebiliyorum sayılarını…İlkini bulduğumda sekiz yaşındaydım, şimdi otuzsekiz yaşındayım.

İlkinin adı TESADÜF’tü… yazarı da HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR.

Onu hiç satmadım.

Bir “TESADÜF” insan hayatını bu kadar değiştirebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

EN SON BUNU OKUDUM

  • Jardin'lerin Hikayesi (alexandre Jardin)

Blog Arşivi